1932’de Ramazan’ın ikinci günüydü. Atatürk’le Ankara’dan Dolmabahçe Sarayı’na geldik. Beni huzurlarına çağırdılar “ Yaşar Bey. İstanbul’un mümtaz hafızlarının bir listesini istiyorum. Ama bunlar musikiye de aşina olmalıdırlar.” Listeyi hemen hazırladım.Bu listede şu isimler vardı: Hafız Sadettin Kaynak, Sultan Selimli Rıza, Beşiktaşlı Hafız Rıza, Sülaymeniye Camii Baş Müezzini Kemal, Beylerbeyli Fahri, Darüttalim-i Musiki azasından Büyük Zeki, Muallim Nuri ve Hafız Burhan Beyler… Listede ismini yazdıklarımın hepsi ertesi akşam için Dolmabahçe Sarayına davet edildi. İstanbul’un bu belli başlı hafızları ertesi akşam saraya geldiler. Kendilerini Bolu mebusu Cemil Bey karşıladı ve doğruca Maarif Vekili Dr. Reşit Galip Bey’e götürdü. O ana kadar bunların niçin çağırılmış old...
04.08.2013 Dünya milletleri, Türk’ün adını anarken atlardan ve Türklerin atlara olan sevgisinden bahsetmeden geçemezler. Hepimizin bildiği “At, avrat, pusat” üçlemesi Türklerin ata duyduğu saygı ve sevginin en sade ve özlü anlatış şeklidir. Atlar, uçsuz bucaksız Orta Asya bozkırlarında, aşılmaz denen dağlarda, girilmez denilen nehirlerde, geçilmez denilen çöllerde her zaman Türk’e yardımcı olmuştur. Türkler atı sadece bir binek hayvanı olarak değil; aynı zamanda dost olarak görmüştür. Örneğin Dede Korkut Destanı’nda Bamsı Beyrek atına şu şekilde seslenir: At demem sana kardaş derim, Kardaşımdan yeğ! Başım beraberi Başıma iş geldi yoldaş derim Yoldaşımdan yeğ! Günümüz Türkiye’sinde ata verilen değer “ Altılı Ganyan” yarışlarından öteye gidememektedir. Oysa ki, atalarımız zamanında kahramanların adı, atlarının adından koparılmaz ve beraber anılırlardı. Örnek verecek olurs...